Category: Basinda
Ünlü işadamı Hüseyin Özer’in hayatından ilginç kesitler
Dünyanın en önemli kentlerinden biri olan Londra merkezinde kurduğu restaurantlar zinciri ile başarısını ortaya koyan işadamı Hüseyin Özer, iyisiyle kötüsüyle yaşamından ilginç anekdotlar paylaştı. “Ramazan Sohbeti” çerçevesinde işte Özer’in söyleşisi…
29 Ağustos 2011 Pazartesi 21:49

Politikayı sevmiyorum. Ama politicalara büyük saygım var. Her partiye eşit mesafedeyim. Benimle ilgili bir karakter analizinde, benim asla politicalık yapamayacağım ortaya çıkarıldı.Çünkü ben ilişkilerimde her zaman olduğum gibiyim. Rol yapmıyorum, yapamıyorum.
Neysem O’yum.
Küçükken hep oruç tutardım, orucu seviyorum
Ben Ramazanları gündüz yemek yiyemezdim. Oruç tutardım küçükken. Oruç tutma derlerdi ama ben tutardım. Annemle dedemle birlikte olduğum için gece onlarla birlikte kalkar yanlarında bir şeyler yerdim. Bir defa bir saygıdeğer hanımefendi beni konuşturdu. Keziban Ece niye ‘oruç tutuyorsun ‘ dedi,’ Ya bir su için oruç tutmayıp da ne yapayım’ dedim. Onu da gidip bizim patrona hanıma söylemiş, dayak yemedim ama azarlandım. Doğruyu söyleyince insanlar rezil olur, yalan olunca hiç rezil olmazlar. Keziban Ece’yi buldum geçenlerde, o hikayeyi de anlattım. Yaşıyor hala. Allah uzun ömürler versin.
Zehirleyip öldürmek istediler
Bir ramazan hatıram daha var. Çocukluğumda köydey iken, hayvanları götürmüşüz otlatmaya, kimse oruç tutmuyor. Aylardan da ilkbahar. Öbür köyün hayvanları geldi. Baktım arkasında çoban yok. Sonra baktım abim gelmiş. Bana bir şey vermek istiyor, pek anlayamadım. Bir tane çobanımız vardı, Tahıl G… Lakabı öyleydi. ‘Al lan bunu bakayım’ dedi. Onun korkusundan aldım. Sonra abim bana şu hayvanları çevir dedi. Daha sonra zarfı açtım, baktım; incir. İncirleri bir ısırdım, içinde beyaz bir şeyler vardı, tükürdüm attım hemen. Abim geldi cebimden incirleri aldı ama tükürdüğüm incirler yerdeydi. Çocuklardan birine gösterdim. İsmail idi gösterdiğim o çocuğun adı. Geçenlerde onla görüştük yaylada, o da hatırlıyordu. Dağa gidenlere azık verilir genelde. O gün bana azık verilmemişti. O gün Allah’a dua ettim, Allah’ım iyi ki zehirlenmişim. Hep birlikte köye döndük. Sofralar kuruldu.Çok keyif aldım.
Türkiye’de uyanık, İngiltere’de ise ahmak olanın değeri yüksek
Bizim restaurantlarımızda Ramazan ayı için ilginç olan şey; yemeyeceğin kadar çok yemek var. Ramazan aylarında iki ekmek alırdım ama birini çalardım küçükken. Ama hiç çaldığım ekmeği yiyemedim hep dayağını yedim. Bana küçükken ahmak diyorlardı. Türkiye’de olsa hiç uyanık değil derler. Ahmatlık kötüdür Türkiye’de, uyanıklık iyidir. Onun için bugün işyerlerimizin kapısında kuyruk var. İngiltere’de ahmaklara değer veriliyor. Türkiye de ahmak olmanın hiçbir değeri yok. Uyanık olanı överler. Burada ahmak olanın değeri yüksek.
Ramazan’ın tadı Londra’da çıkartılır
Bizim lokantalarda Ramazanın ta kendisi var. Ramazan’ın tadı Londra da çıkartılır. Bazen gerektiğinde iftar saatlerinde çıkıp ezanı ben kendim okuyorum. Yeni ramazanlar daha iyi. Ramazanı çok seviyorum. Şimdi oruç tutamıyorum. İftira gidiyorum ama oruç tutamuyorum. Büyük söylemişim aslında. Allah orucu yasak etsin ben yine tutarım derdim küçükken, çünkü orucu çok seviyorum. Allah öyle bir yasak etti ki, şimdi oruç tutamıyorum. Günlük protein almak zorundayım. Protein alıyordum ama zevk alacak şeylerden kaçınıyorum. Puro içiyorum mesela ama hiç oruç yiyormuş gibi hissetmiyorum. Çünkü niyetim önemli diye düşünüyorum.
Dünyada iki milyar hayranım var
Benimle ilgili bir film yapılıyor. Filmi yapan arkadaşlar araştırmışlar ve benim dünyada iki milyar hayranım olduğunu söylediler. Bir buçuk milyar müslüman var ama iki milyar benim hayranım bulunuyor. Ama bunun detayı yok. Bilindiği gibi Discovery Channel’da seneden beri tüm dünyada dönüyor bizimle ilgili haberler, filmler. Hayranlarımız geliyor yazıyor, çiziyor hiç kötü bir şey çıkmıyor. Discovery Channel’in yaptığı proğram 4 ayrı kanalda oynuyor. Başka kanallarda da oynuyor. Dünyanın her yerinden insanlar, gelip sokaklarda benimle fotoğraf çekiyorlar.
Restaurantçılık cennet mesleğidir
Ramazan sohbetleri ve iftar, Türk geleneğinde insanların bir araya geldikleri, toplumsal dayanışma ve yardımlaşmanın en güçlü olduğu sosyal olaylardır. İftar yemeklerinde esas olan şey insanda mutluluk duygusu oluşturmak. İnsanları mutlu etmenin öbür dünyada da cennetin kapısını aralamaktır. Biz cennet mesleği yapıyoruz.
Aktörlük yapmam, aktörlere saygım büyük
Bir film yaptık ama o dizi gibi oldu. Benim istediğim gibi naturel olmadı üstelik. Ben aktörlük yapmam. Dünyanın en büyük parasını da verseler yapmam. Ama Eğitim Vakfı için bir şey yapmam gerekirse rol alırım. Ben aktör değilim. Aktörlere de büyük saygım var.
Çalışan personeller benim evlatlarımdır
Elemanlarıma evlatlarım diyorum. Staff çok aşağılık bir şey. Ben asla staff demem çalıştırdığım insanlara. Elemanlarla toplantı yapınca pazarlık ediyorum onlarla. Siz benden üstünsünüz diyorum. Benim iyi bir ailem olmadı. Siz benden daha eğitimlisiniz diyorum. Ben hiçbir zaman evladım demiyorum. Evladım ukalalık olur, ben evlatlarım diyorum genelde.
Her zaman Ramazan menümüz var
Ramazan menüsü her zaman hazır bizim restaurantlarda. Ramazan da yaptığımız şeyi diğer günlerde de yapıyoruz. Burada hem Türk kahvaltısı var hem de yabancı kahvaltı
Vakfımızda ne kadar talebe var söyleyemem
Geriye bırakcağımız insanlar talebelerdir. Vakfımızda ne kadar talebemiz var, söyleyemem. Bizim dinimizde, Türk kültürümüzde ne kadar çocuk okuttuğun söylenmez. Vakıf olayı da Uğur Dündar’la konuştuktan sonra ortaya çıktı aslında. Discovery Channel’de bizim hayatımız yayınlandık sonra Uğur DÜndar da bizi keyif içinde yaşayan, altında arabaları olan biri olarak görüyordu. Ona bir gerçeği anlattım. Sonra şaşırdı. ‘Madem bu kadar çok sıkıntı çektin, niye kimseyi okutmuyorsun?’ dedi. O öyle deyince ben de mecburen vakıf hakkında konuşmak zorunda kaldım.
Süleyman Demirel’e mektup yazdım, git çalış dedi bana
Şimdi Tokat Reşadiye de vakfım var.Harçlığımı oraya gönderiyorum Ben okuyamadım bari ordaki çocuklar okusun. Benim 3 ailem vardı okutmadı, 4 . ailem de okumadı O da beni okutmayınca oturup Süleyman Demirel’e mektup yazdım. İki mektup yazdım ama birini iadeli tahaütlü gönderdim. Bir süre Demirel’den cevap geldi. Bana git çalış demişti. Hiç unutmam pembe bir kart üzerinde yazılıydı. Okula gitmeyen adam hem küçük hem de çalışamaz. Allah uzun ömür lerversin ama başbakana bak.
Bu okula gitmedi meselesi de şöyle ortaya çıktı. Museum of London’dan bir kadın geldi. Sorular sordu. Bana eğitimden bahsetmeyin dedim. Eğitim söylenmez dedim, öyle kaldı. Birgün iki menejer kızımızla birlikte fish and chips için Sarastro’ya gitik. Orda kızın biri dedi ki, bizim genel müdür sana ‘sahtekar’ diyor. Niye dedim ‘Senin ilkokul diploman yokmuş, okula da gitmemişsin’ dedi. Ondan sonra Meryem adlı bir gazeteci arkadaş geldi. Benim ilkokul diplomam bile yokmuş. Hiç okula gitmemişsin… Ondan sonra ortaya çıktı ve sonra sokak hayatımızı da anlatmaya başladık. Şimdi önüne gelen bunu soruyor. Discovery Channel’e bile anlatmadım. Açlıktan bazen ayaklarım kaşınırdı. Birgün doktora gittim, ayaklarım kaşınıyor dedim. Bana calcium getirdi ve sonra öğrendim ki calcium eksikliği kaşıntı yapıyormuş.
Anlatmadığım çok şey var
Anlatmadığım daha çok şey var. Onu ben kendi kitabımda yazacağım. Birisi yazmak istedi de ona müsaade etmedim. Yazılmış bir şey yok. Yazılmışsa iyi olur. İnsanlığa hizmet için her şeyi yaparım. Külüm işe yarayacaksa külümü alın. Kötü aileden gelmeyim, nerden mezun oldun gibi şeylerle övünemem. Genlerimden, içimde bir şey var. Herkes aklını kullanır, ben ruhumu kullanıyorum.
Aşk hayatımdan bahsedemem
Aşk hayatımı asla anlatmam. Aşk yalnız yaşanmıyor ki. Aşk ilişkilerim benim tarafımdan anlatılamaz. Diğer taraftan anlatılırsa ne üzülürüm, ne kızarım ne darılırım. Ama ben başkalarının hayatıyla ilgili kararları tek başıma veremem. Birisiyle aşk yaşa ondan sonra anlat, ayıptır değil mi? Vakti zamanında birini anlatmıştım. Gazeteci Faruk Eskioğlu geldi ‘hanımdan ayrılıyormuşsunuz, niye ayrılıyorsunuz?’ diye sordu . Ben de ‘aşkın dibini tutturdum’ dedim. O çok tuttu iki hafta üst üste yayınlandı Londra Olay gazetesinde.
Projeler anlatılmaz, hayata geçirilir
Yeni projelerimiz var elbette ama proje anlatılmaz, yapılır. Ondan sonra da gazeteciler duyar. Biz sevgi dolu insanınız. Başkalarının projesi çoktur ama bizim sevgimiz çoktur.
Taraf tutmak, korkaklıktır
Ben kendimi bir takım veya partinin yanında göremem. Her partinin ve her takımın sponsoruyum. Her dini saygıyla karşılarım, severim. Bütün renklere, dinlere, kültürlere, inançlara saygı duyarım. Korkaklar bir tarafa takılır kalır. Korkak olursan sadece bir partiyi tutarsın. Ben korkak değilim. Ben safım , bu yüzden kolay kandırırlar ama beni kandıranla araya mesafe koymam, küsmem. Yine oturup o kişiyle çayımı içerim.
3 restorandan 2’si batar
02 Ağustos 2015 Pazar
İngiliz Kraliyet Ailesi’ne Türk yemeği yediren adam Hüseyin Özer. Önündeki kuyruklarla ünlü Sofra’nın sahibi Özer, son dönemde farklı grupların peş peşe yatırım yaptığı sektörle ilgili “Bu iş loğusa annelik gibidir, başında durmazsan batarsın” uyarısında bulunuyor.

MELTEM ERSOY / GAZETE HABERTÜRK
Hüseyin Özer, hikâyesi Tokat’ın bir köyünde başlayıp Londra’da “İngiliz Kraliyet Ailesi’ne yemek yediren lokantacı” olmaya kadar uzanan sıra dışı bir adam. Londra’da kaliteli Türk yemeğiyle özdeşleşen ‘Sofra’, önünde kuyruğun eksik olmadığı lokanta olarak da biliniyor. 1.5 yıl önce Londra’nın en işlek kentindeki restoranını Kraliçe ile kira kontratının bitmesi üzerine kapatmak zorunda kalan Özer’in halihazırda 2 restoranı daha faaliyetine devam ediyor. İki ay önce Karaköy’de Sofra açarak Türkiye’ye adım atan Özer, ana hedefini insan yetiştirmek, Türk yemeği algısının iyileşmesi için çalışmak ve lokantacılığın kalitesini artırmak olarak dile getiriyor. Özer ile Karaköy’de açtığı Sofra’da buluştuk:
*Özellikle yaz döneminde 75 TL’ye lahmacun haberleri çıkar, “fahiş fiyat” mı yoksa “fiyatı belli isteyen yesin mi” diye bakmak lazım?
Öyle fahiş fiyat koyan çok ayıp ediyor. Böyle şey olmaz, böyle fiyat konmaz. Her şeyin bir ederi vardır, değeri çok az olan bir şeyi bu kadar yüksek fiyata satması, fırsatçılık yapması çok yanlış ve ayıptır. Kınıyorum. Oraya bütün yıldızlar dahi gelse o lahmacunun fiyatı artmaz. Ben buranın dekoruna çok para harcadıysam müşteriden o parayı çıkarmaya çalışmam, bu fırsatçılıktır. Bunu yapanlar var burada. Orayı çok çalıştırırsın, az kâr edersin, yine hesabın tutturursun.
*Türkiye’de işletmeciler, alkol fiyatları ve kiralardan çok şikâyetçi. Siz Londra’yı ve İstanbul’u maliyetler anlamında karşılaştırabilir misiniz?
Bunların tamamı yanlış. Yeterince para kazanılıyor. Az kâr ediversin. Nedir bu hırs? Kiralar yüksek deniyor, yüksekse doğru bir seviyedir, yoksa kimse vermezdi. Veren var ki o kadar kira oluyor. “Yeterince kâr edemiyorum”, diye şikâyet ediyorlar. Az ediver. Fabrikatör olsaydın toz toprağın içinde daha mı iyiydi? Güzel bir iş yapıyorsun, bu kadar da kâr kâr diye kendini paralama. Ben işyerimi cennete benzetiyorum. İnsanlar hiç terlemeden para kazanmak istiyor, gayret et kazan. Çok para kazanıp da ne yapıyorlar ki, bir apartman daha alıyorlar.
*“Londra’dan bile pahalı kira ve maliyetimiz var” diyorlar, haksızlar mı?
Atıyorlar, bilmiyorlar çünkü. Yok öyle bir şey. Orada da kira-maliyet hesabını iyi yapan-yapmayan vardır. 3 lokantadan 2’si batar, kural böyledir. Burada da böyledir. Lokantanın sahibi başında durursa başarılı olur. Loğusaanne gibi başında durup bakacaksın.
“PKK ADINI KULLANANLARLA TEK BAŞINA SAVAŞIYORUM”
*Tokat’ta başlayan hikâyeniz nasıl Londra’da lokantacı olarak devam etti?
Köyde doğdum. Hiç okula gitmedim. Annem beni Ankara’ya yolladı, bulaşıkçılık yaptım. Sonra İstanbul’da aynen devamettim, lokantalarda çalıştım. İngilizce öğrenmek için otobüsle İngiltere’ye gittim. Bir kebapçıda iş buldum, birkuruş param yoktu, ama kendimi iyi yetiştirdiğim için bir arkadaşım benim yapacağım işe para koydu.
*İngiltere’de varlığınızı azaltıyor musunuz?
Londra’da halen 2 restoranla duruyoruz, Kraliçe’nin sahibi olduğu yerden çıktık, onun dışında İngiltere’de bir sürüyerimiz vardı. Kimisinin lease’i bitiyor ya yeniliyor ya yenilemiyoruz, kimisi için PKK ile başımız derde giriyor, satıyorum. Aslında PKK bile değil, kendine PKK süsü vermiş, ismini kullanan düzenbazlar. Ben onlarla tek başımasavaşımı veriyorum.
“HERKESLE ORTAK OLABİLİRİM ÇÜNKÜ PARA HIRSIM YOK”
*Son dönemde bu alanda çok satın alma oldu, size satış-ortaklık teklifi gelse ne dersiniz?
Benimle herkes her an ortak olabilir, çok da güzel olur, çünkü benim para hırsım yok. Benim insan okutma, Türk yemeğini geliştirme hırsım var. Para kazanmak değil mevzu, para çok var, bir şekilde kazanırsınız, ama yatırım yapacak insan yok. Bu hikâyenin kıssadan hissesidir. Allah insanı uyanık etmesin, uyanıklık çok kötü bir özellik,uyanıklıkta yalan dolan vardır. Ben çocuk yetiştirmek istiyorum, onun için Türkiye’de lokanta açıp kendim gibi bu işe gönül vermiş adamlar yetiştirmek istiyorum. Şimdi cennetin burada olduğuna inanıyorum. Sofra’da yemek yemek cennet bence. Sadece bir fikre sahibim, Türk namına, şerefine yakışır hale getirmek istiyorum. Bunu düzeltmemiz lazım.
“TÜSİAD, SOFRA’YI BRÜKSEL’DE AÇMAMI İSTİYOR”
Yurtdışında başka yerde restoran açacak mısınız?
Brüksel’i istiyorum. Brüksel’de restoran açmamı esasen TÜSİAD istedi. TÜSİAD’ın orada temsilciliği var, temaslarında da misafirleriyle geleceği Türk restoranı istiyorlar. Buradaki TÜSİAD yöneticileri de Karaköy’de yemeğimi yiyorlar, “Türkiye’de ilk kez fine dining Türk lokantamız oldu, teşekkür ederiz” diyorlar.
Kimler mesela?
Boylu boslu, yakışıklı paralı adamlar. İsimlerini bilmem. TÜSİAD’ın Başkanı Hanımefendi (Cansen Başaran Symes) de geldi.
http://www.haberturk.com/ekonomi/is-yasam/haber/1110329-3-restorandan-2si-batar
Londra’nın En Zengin Türklerinden Biri: Hüseyin Özer
03 Eylül 2011
Konuk Yazarımız Merve Karabağlı: Fatih Üniversitesi’nde Sosyoloji bölümünde son sınıf öğrencisi,FikirSizler’de İnsan Kaynakları Sorumlusu ve genç girişim olan Papillon Medya’da Ajans Direktörüdür. “Girişimci Hayat Öyküsü” kategorimizin fikir babası ve ilk yazarıdır. Siz değerli okurlarımızı konuk yazarımızın ilk haberiyle başbaşa bırakıyoruz.
Londra’nın En Zengin Türklerinden Biri: Hüseyin Özer
Parçalanmış bir ailenin istenmeyen çocuğu iken şimdi merkezi Londra’da olan ‘Sofra‘, ‘Özer‘ ve ‘Granita‘ adlı 15 restoranın sahibi Hüseyin Özer.
11 yaşındayken köyünden ayrılmaya karar veren Özer’in hikayesi Ankara, İstanbul ve son olarak Londra’da şekillenir. Cebinde üvey babasından aldığı 20 lira borçla Ankara’ya giden Özer bin bir zorluklarla terzi, pastahane ve lokantalarda çalışır.15 yaşına geldiğinde Ankara dar gelir ve İstanbul’a gitmeye karar verir.
İstanbul’da yine bir lokantada iş bulup çalışmaya başlayan Özer, kazandığı parayla kendisine özel bir İngilizce öğretmeni tutar; vakit buldukça lokantanın arka masalarında İngilizce öğrenmeye çalışır. Hayalleri vardır Özer’in. Patron olduğunda sekreterinden gizli şeyler yazabileceğini düşünerek daktilo kursuna gider. Ehliyet alabilmek için ilkokulu ihmal etmez, diplomasını da alır derken yaş 18 olmuştur. Askerliğini de aradan çıkardıktan sonra 20 yaşında İngiltere’ye gitmeye karar verir.
Uçak parası olmadığı için otobüsle gider İngiltere’ye. İlk olarak bir dönercide çalışmaya başlar.Önceleri kalacak yeri olmadığı için lokantanın bodrum katında uyuyan Özer, para kazandıktan sonra bir eve taşınır.Gezip eğlenmeyi , parasını harcamayı çok seven Hüseyin Özer bir süre sonra ilk lokantasını Kıbrıslı bir Ermeni ile ortaklaşa kurar fakat bir süre sonra ortaklığı bırakarak 25 yaşındayken son çalıştığı lokantayı satın alıp orayı yükseltmeyi hedefler.Hedeflediği gibi de olur. 30 sene boyunca iş yapmamış, sürekli kapanmış restoranın kapısında kuyruk oluşur. İşleri büyütür ve artık İngilizlere satmış olduğu kebap ve döner ile kısa süre sonra birçok ünlünün de uğrak yeri olur Hüseyin Özer’in lokantası.
Şu anda sahip olduğu 15 restoranın özelliklerinden bahsetmek gerekirse;
- Menüde geliştirilmiş Türk yemekleri,
- Kriz dönemleri için fiyatını sizin belirlediğiniz sağlıklı ve ekonomik yemekler,
- Giriş kapısında hissedilen Türk misafirperverliği,
- Türk motiflerinden oluşan dekorasyon,
- Büyük elçi de yemek yiyebilsin diye kurşun geçirmez camlar..
Hüseyin Özer hayatı boyunca verdiği tüm emeklerin karşılığını da gerek müşterilerinin memnuniyetinden gerekse aldığı ödüllerle alıyor.
Restoranları Michelin Guide tarafından Dünya’nın ilk ve tek Türk Lokantası seçilmiştir.
Tüm Dünyada satılan “Sofra Cook Book” adlı ingilizce bir yemek kitabı bulunmaktadır.
60 miyon dolarlık servete sahip olan ve yıllık cirosu 4 milyon dolar olan Hüseyin Özer diyor ki ; ‘’ Eğer ateşin önünde o kadar durmasaydım,şimdi böyle bir çörek olamazdım.”
Genç girişimcilerin örnek alması gerektiğini düşündüğüm kişidir Hüseyin Özer. Üvey babasından aldığı borçla yola çıkıp borcunun kat ve kat fazlasını kapatacak kadar başarıyı yakalamak sanıyorum ki genç girişimcilerin ne kadar sabırlı ve fedakar olması gerektiğinin göstergesidir.
Sevgi ve Saygılarımla,
Merve Karabağlı / Konuk Yazar @ Girişim Haber
http://www.girisimhaber.com/post/2011/09/03/Londranin-En-Zengin-Turklerinden-Biri-Huseyin-Ozer.aspx
Hüseyin Özer.. ESKİDEN SOKAK ÇOÇUĞUYDU. ŞİMDİ LONDRA’NIN EN ZENGİN TÜRKLERİNDEN BİRİ ..
08.01.2008 16:31

Daha 11 yaşında bir çocukken köyünü terketti Hüseyin Özer. Ankara, İstanbul derken Londra’da buldu kendini. Parçalanmış bir ailenin ‘ezik’ çocuğu iken şimdi merkezi Londra’da olan ‘Sofra’, ‘Özer’ ve ‘Granita’ adlı 15 restoranın sahibi.
1953 yılında Tokat’ın Reşadiye ilçesine bağlı ismini vermek istemediği bir köyde doğan Hüseyin Özer daha okul çağında değilken annesi ve babası ayrıldı. Babası Ankara’ya gitti ve başkasıyla evlendi. Annesi de başka bir erkekle evlenmişti. Üvey babasının Özer’i okutmaya niyeti yoktu. Birçok şeyi okula giden arkadaşlarına sorarak öğrendi: “Hesabı hep kafadan yapardım ama kâğıda yazamıyordum. Herkes beni çocuk sanırdı ama aslında ben büyüktüm.”
Şerafettin dayının kaderi
11 yaşındayken Özer için tüm yaşamını değiştirecek kararı alma zamanı gelmişti: “Bizim köyde bir Şerafettin dayı vardı. Ben geleceğimi ona benzetirdim. Köyün muhtarı canı sıkıldıkça Şerafettin Dayı’yı yanına çağırır döverdi. Onu hep ezerdi. Çünkü kimsesizdi. Ben de kimsesizdim ve beni de eziyorlardı. Ama ben ezilmek istemiyordum, gücüme gidiyordu. Ve köyden ayrılmaya karar verdim.”
Üvey babasından aldığı 20 lira borçla otobüse atladığı gibi Ankara’ya gitti, Özer. Köylüleri vasıtasıyla haftalık 10 lira ücretle bir terzide işe başladı. Sabah saat 05.00-09.00 arasında Ulus’ta çakmaklara gaz doldurdu. Sokak çocuğu kavramı henüz lügatlere girmemişti ama Özer banklarda sokak aralarında geceyi geçiriyordu. Bir süre Sıhhiye’de bir tuvalette kaldığını anlatan Özer, o sırada Anıttepe’de bulunan Damla Pastanesi’nde günlük bir lira yevmiyeyle bulaşıkçılığa başlamış:
“Daha sonra Necati Bey Caddesi’nde bir pastanede günlük 2.5 lira yevmiyeyle işe başladım. İlk paramla taksitle siyah bir ceket aldım. Bu arada hâlâ tuvalette kalıyordum. Bir süre sonra İsmet Paşa’da Lale Lokantası’nda iş buldum. Kendime bir kömürlüğü kalacak yer yaptım. İyi para kazanıyordum. Bir külot, çorap, ikinci el ayakkabı ve kot pantolon aldım. Kömürlüğe bir de yatak aldım bir süre sonra. Artık köşeyi dönmüştüm. Biraz daha para kazanınca ranza yaptım kendime.”
15 yaşına geldiğinde artık Ankara Özer’e dar gelmeye başladı.
İstikamet İstanbul’du. Ufak tefek işlerde çalıştıktan sonra Yakacık’ta inşaat halinde bir lokantada iş buldu kendine. İki sene çalıştı. Şef komiliğe kadar yükseldi.
Servis arası İngilizce
Bu arada kazandığı parayla kendine bir İngilizce öğretmeni tuttu. İşten vakit buldukça lokantanın arka masalarında İngilizce çalışıyordu. Hayalleri hep büyüktü. Patron olunca sekreterinden gizli yazacağı şeyler olur diye daktilo kursuna da gitti. Ehliyet alabilmek için ilkokulu bitirmeyi de ihmal etmedi. Artık 18 yaşına gelmişti. Hemen askerliği de aradan çıkarttı. Askerden geldiğinde köyünden ayrılalı sekiz yıl olmuştu. Yalnızlık tak etmişti canına ve ustasının gösterdiği bir kızla evlendi. Bostancı’da Hasır Restoran’da çalıştı. İki sene sonra karısından boşandı. 20 yaşındaydı ve İstanbul da artık dar gelmeye başlamıştı: “İngiltere’ye gitmeye karar verdim. Evimdeki eşyaları satıp borçlarımı ödedim. Bana da 60 pound kaldı. Annemi aradım. ‘İngiltere’ye gidiyorum’ diye. Bana hep
‘Akıllı oğlum’ diyen annem ‘Serseri oğlum’ dedi. Niye Almanya’ya gitmiyormuşum diye. Otobüsle Londra’ya gittim.”
Özer’in ilk işyeri bir dönerci oldu. Kalacak yeri olmadığı için lokantanın bodrumunda yatıp kalkıyordu. Pazarları lokantanın kapalı olmasından istifade ederek alafranga tuvaletinde banyosunu yapıyordu. Dönercide üç yılı geçti Özer’in. Tabii bu sürede Özer eve taşındı. Artık tuvalette değil banyosunda yıkanıyor, bodrumda değil, kendi odasında uyuyordu.
‘Sosyetik Hüseyin’
Gezip eğlenmeyi çok seviyordu. Hatta arkadaşları Özer’e ‘Sosyetik Hüseyin’ lakabını taktı: “İyi para kazanıyordum ama hiç param olmadı. Hep harcadım. Özellikle de eğitimim için çok harcadım” diyen Özer’in artık patron olma zamanı gelmişti. İlk lokantasını Kıbrıslı bir Ermeni ile ortak olarak kuran Özer, yükselişinin öyküsünü şöyle anlatıyor: “Ben uyanık değildim. Akıllıydım ama zeki değildim. Bir süre sonra ortaklığı bıraktım. Eski çalıştığım yeri satın aldım. Burayı dolduracağım dedim. Doldurdum. Hem de kuyruk oldu lokantanın önünde. Öğle ki kuyruğa girenlerden tipini beğenmediklerimi almıyordum lokantaya. İngilizlere döner ve kebap yapıyordum. İşlerim çok büyüdü.”
Ünlülerin uğrak yeri
Hüseyin Özer’in döner ve kebap işi Londra’da öyle tuttu ki, birçok ünlüyle tanışması vakit almadı. Lokantaları birçok ünlünün uğrak yeri oldu. İşçi Partisi, İngiltere’de iktidara yürürken başbakan adayı Tony Blair ve arkadaşlarının toplantı salonu olarak kullandığı Granita Restoran da 2002 yılında Özer’in lokantaları arasına girdi. Özer’in açılacaklarla birlikte
‘Sofra’ ve ‘Özer’ isimlerinde 14, Granita adında ise bir restoranı var. Restoranlarının 10’u Londra’da, üçü Türkiye’de, birer tane de Helsinki ve Dubai’de.
Zengin olmak hiçbir zaman bozmadı Özer’i. Garsonluk yıllarında birçok muhtaç kişiye yevmiyesinden yardım yaparken zengin olduktan sonra da bu yardımlarına devam etti. Okuyamamanın acısını üzerinden hiçbir zaman atamayan Özer, birçok öğrenciye burs sağlıyor. Tokat’ın Reşadiye ilçesinin yardımlaşma derneği’ne sürekli para yardımı yapıyor. Ayrıca Londra’daki restoranlarında çalışanların çoğu öğrenci. ‘Sosyete Hüseyin’ lakabını gerçeğe dönüştürerek Londra’nın en zenginlerinden olmayı başaran Hüseyin Özer, alt katında jimnastik salonu ve yüzme havuzu olan bir villada yaşıyor. Tabii tek başına değil. 20 yıldır İngiltere’de yaşayan Zeynep hanımla iki yıl önce evlenmiş.
‘Gururum yaşattı beni’
Bugün 50 yaşında olan Özer sözlerini şöyle bitirdi: “Gururum yaşattı beni. Ama gururum bana çok da çile çektirdi. Hayvanlar bana çok sevgi verdi. En büyük sevgiyi onlardan aldım. İnsanların ezilmesi, aşağılanması çok gücüme gidiyordu. Duygulu insandım. Köyümde kalsaydım bugün Hüseyin dayı olarak muhtardan dayak yiyen birisi olacaktım. İnsanlara hep yardım ettim. Bir şeyler verdim. Çünkü o an onların duyduğu mutluluk beni de mutlu ediyor.”
Kurşun geçirmez dönerci:Hüseyin Özer
Annesi, tabanca parası kazanıp babasını vurması için Ankara’ya gönderdiğinde daha 7 yaşındaydı. Anneye sorsan hak etmişti baba… Karısını boşadığı yetmiyormuş gibi oğlunu da evlatlıktan reddetmişti.
Tokat’ın Reşadiye ilçesinden yola çıktı ama bu yolcuğun Londra’da Buckingam Sarayı’na komşulukla ve kraliyet ailesiyle ahbaplıkla biteceğini bilmiyordu henüz.
Ankara’da ne kalacak yeri ne de parası vardı. Sıhhiye’deki bir umumi tuvalette yatıp kalktı. Kendi deyişiyle “Tokat’ta istenmeyen evlat, Ankara’da sokak çocuğu olmuştu.”
İlk işi, Ulus Meydanı’nda çakmaklara benzin doldurmak oldu. Sonra bir meyhanede çalışmaya başladı, artık yatmak için kömürlük kiralayacak parası vardı. Kömürlük döneminden, “İşler yoluna girmeye başlamıştı” diye bahsediyor.
Zaman su gibi akıp geçiyordu. Ankara’da ‘tutununca’ hedef büyüttü: İstanbul. Bir süre sonra bir daha: Londra! Fakat uçak bileti alacak parası yoktu. Günlerce süren bir otobüs yolculuğuyla vardı Londra’ya.
İlki işi İngilizce kursuna yazılmak oldu, sonra bir dönercide iş buldu. Birkaç yıl sonra dönerci dükkânının sahibi oldu.
Yıllardır bir açılan bir kapanan dönerciyi eli-yüzü düzgün bir dükkâna çevirdi. Sağlıklıyemekler yapmak için diyet hocaları tuttu. Restoranın önünde artık kuyruklar oluşuyordu.
Müşterisi olan devlet adamları güvenli yemek yiyebilsin diye dükkânın camlarını kurşun geçirmez yaptırması gerekmişti.
Her yıl Michelin Guide tarafından tavsiye edilen Londra Sofra Restaurant bugün Mayfair’de, Buckingham Sarayı’nın kapı komşusu.
Müdavimleri arasında Madonna, Rod Stewart gibi dünya starları var. Sırf kraliyet ailesi buraya geliyor diye mekânın kurşun geçirmez camlarının nasıl olacağını bile İngiliz gizli servisi MI5 bildirdi.
Türk sosyetesi de her Londra seferinde mutlaka Sofra’ya uğruyor. Hüseyin Özer’in Türk müşterileri arasında Nükhet Duru, Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan, Yıldız Kenter, Beyaz, Simavi’ler, Sabancı’lar, Koç’lar gibi isimler var.
Haa bu arada… Sarın başa: Kendisi okuyamamıştı ya… Okumayı kendi kendine karlara çubukla yazarak sökmüştü ya… Şimdi benzer durumda gençler için ‘Hüseyin Özer Eğitim Vakfı’ adında bir vakfı var.
Bir başka sosyal sorumluluk projesi Özer Academy ise Middlesex Üniversitesi’yle işbirliği içinde yüzlerce şef ve girişimci yetiştirdi.
Başarısının sırrı geleneksel Türk lezzetlerini yeniden yorumlamasında. Bu, kaynanasından öğrendiği sulu sarma için de geçerli, pastırma yerine etle yaptığı humus için de… Kuzu pirzoladan yaptığı köfte için de Nobu’da tadıp “Ben bundan daha iyisini yaparım” dediği siyah morinabalığı için de… Parmaklarınızı yersiniz.
“E n’apalım yani, atlayıp Londra’ya mı gidelim?” diyenleri duyar gibiyim. Ne hacet! Geldi, Sofra’nın bir şubesini Karaköy’de açtı.
Salı akşamı resmi açılış var ama mekân şimdiden faal.
Tanısın tanımasın, sokaktan geçenlere seslenip “Gelin size bir şeyler ikram edelim, restoranımızı yakında açıyoruz, yemeklerimizin tadına bakın” diye restoranına davet ediyor.
PERA, ‘O ESKİ GÜZEL GÜNLERİ’NE GERİ DÖNÜYOR AMA BİR GECELİĞİNE
Berlinliler kafayı 1920’lere 30’lara takmış durumda. Deli gibi kurslara gidip dönemin Swing, Lindy’s Hop gibi danslarını öğreniyor, sonra akşam da dönemin kostümleriyle parti yapıp öğrendikleri marifetleri sergiliyorlar. Nerede? Franzzz, Claerhens Ballhaus gibi yerlerde. Ne zaman? Boheme Sauvage gibi dev partilerde… İstanbul geri kalır mı? Buyurunuz: İstanbul Lindy’s Hoppers… Öğreniniz: Solo caz dansı… Katılınız: The Mekân’da perşembe partileri… (0536) 383 35 45. En son gazeteci-işletmeci Levent Özçelik’in Goodbye Winter partisinin haberi geldi. Önümüzdeki salı akşamı Beyoğlu Chanta’da elctro-swing grubu Alice Francis’le 1930’lar partisi yapacak. Davetiyeye herkesin o yıllardaki gibi ve siyah giyinmesi şartını koymuş. Peki bu özel partiye nasıl mı gireceksiniz? Daha vaktiniz var, tek çare Instagram’da Levent’e muhabbet koymak: @leventözçelik
DERSAADET’TE YAŞIYORSUN PEKİ BUNLARI BİLİYOR MUSUN?
* Craig David, Athena, Şebnem Ferah ve Toeoman’ın sahne alacağı İTÜ Fest’in bu yıl 6-8 Mayıs’ta olacağını… Festivale 120 bin kişinin katılmasının beklendiğini…
* Babylon’un bu yaz Kilyos’ta beach işleteceğini… 23 Mayıs’taki Soundgarden Festivali’ne indirimli biletlerin bittiğini, kapıdan pahalı bilet almak istemeyenler için sadece 90 liralık normal biletlerin kaldığını…
* Kaşıbeyaz Kebapçısı’nın fast-food işine gireceğini… İlk şubelerin Kemerburgaz, Başakşehir, Ataşehir, Bağdat ve İstiklal Caddesi’nde açılacağını…
* Bostancı Sahil Yolu’nda Calypso adında bir balıkçı açıldığı… Mekânın şeflerinin hen gün iki saat AR-GE çalışması yaptığını ve son numaralarının, mezeleri büyük istiridyenin içinde küçük istiridyelerle servis etmek olduğunu…
* Emingan’da açılan Color.full.bakery’nin kendine iki ayda bir renk belirlediğini… Sarının seçildiği Nisan-Mayıs döneminde sarı elmalı crumble, mısır unundan cupcake ürünler çıkardıklarını…
Organikle DÖNÜYOR
Hazırlayan: SADİ ÖZDEMİR

TOKAT, Reşadiyeli Hüseyin Özer, Londra’da kraliyet ailesinin üyelerini, İngiliz hükümetinin bakanlarını ve Hollywood yıldızlarını ağırladığı ‘Sofra London’ restoranlarından bir tanesini 3 ay önce Karaköy’e de açtı. Ancak, yeni ortaklarıyla anlaşamadı ve bu restoran için kapatma kararı aldı. Çok yakında Dr. Alper Çelik ile Nişantaşı’nda tamamen organik ürünlerin kullanılacağı bir restoran açacağını söyleyen Hüseyin Özer, “Organikle dönüyorum. İstanbul için hedefimiz 10 restoran. Ankara, Bursa, Adana, Antalya’dan da talep var” diyor. Hüseyin Özer şöyle konuşuyor:
DİYET, SAĞLIK VE LEZZET
“Yurtdışında Türk mutfağı sadece döner ve kebaptan ibaret sanılıyor. Biz Londra’da bu algıyı kırdık. En iyi müşterilerimiz de İngiltere’yi yönetenler, Hollywood yıldızları v.s. Şu anda Londra’da Mayfair ve Oxford Street’te iki restoranım 150 kişilik istihdamım var. İkisinin de kapısında kuyruk var. Sunday Times yakın zamanda bizden bahsetti. ‘Eğer gerçek Türk yemeği istiyorsanız Sofra’ya gidin’ diye yazmış. Bizi seviyorlar çünkü biz yemekte ‘diyete, sağlıklı ve lezzetli’ olmaya çok özen gösteriyoruz.
YEMEKLERİ HAFİFLETTİK
Malum, bizim yemeklerin bazıları ağır. Ben onların lezzetini koruyarak hafiflettim. Mesela keşkeği kuşkonmazlı ve mantarlı yaptım. Bulgur, nohut mercimek karışık pilav da yaptım, adına da Kapadokya pilavı dedim.
Tatlıları da hafiflettim. Mesela baklavanın hamurunu azaltıp fıstığını çoğalttım. Çünkü baklava çok ağır bir tatlı. Ben aynı zamanda diyetisyenim ve Anadolu mutfağını çok iyi biliyorum ama hepsini hafiflettim. Bu sayede çok elit yabancılar bizim mutfağın tiryakisi oldu. Türkiye’de de ‘organik restoran’ zinciri olarak büyüme kararı aldık.
Hüseyin Özer’in “Sokak çocukluğuyla başlayan ve Londra’ya uzanan girişimcilik öyküsünü” 8 Ağustos 2006’da Hürriyet Ekobi sayfamızda yayınlamıştık.
SEFALETTEN PATRONLUĞA
Reşadiye’liyim. Küçükken bir çocuğun başına gelebilecek en kötü şey geldi başıma ve annem babam ayrıldı. Ben de küçük yaşta köyde dedemle kaldım. Okumak için can atıyordum ama beni okutmak yerine çoban yapmaya karar verdiler. 11 yaşıma geldiğimde canıma tak etti ve kaçıp Ankara’ya gittim. Sokak çocuğu da oldum ama hiçbir zaman yanlış yapmadım. Geceleri Kızılay’da bir tuvalette yattım. Karın tokluğuna bulaşıkçılık yaptım. 24 saatte bir ciğer-ekmek yiyebiliyordum. Sonra bir pastaneye girdim ve kışa kadar karın tokluğuna çalıştım. 1963’tü ilk kez para alacak bir iş buldum. 2.5 lira yevmiye ile çalışıyordum. O günlerde bazen Altındağ yolunda yürürdüm ki bir hemşehrim görür de beni o akşamlık evine götürür diye. Sonra bir pidecide 4 lira yevmiye ile iş buldum. Sonra da bir meyhaneye girdim ve bir oda tutma imkanım oldu. Parayı söyleyince ’Bununla ancak kömürlük tutarsın’ dediler. Tuttum ve o kömürlükte 1 yıl yattım.”
Otobüsle Londra’ya
Hüseyin Özer, 1967’de İstanbul’a gider. Özer, “Beyoğlu’nda bir tanıdığımın çalıştığı lokantaya gidip iş sordum. ’Yakacık’ta bir lokanta açılıyor’ dedi. Önce inşaatında sonra da o lokantada çalıştım. Askerden gelince evlendim. 2 sene sonra da boşandım. Evdeki eşyaları satıp, Londra’da dil kursuna yazıldım. 1975’te, Londra’ya gittim. Londra’da bulaşıkçı olarak başladım. Sonra kebapçıya transfer oldum” diyor. Özer, bir başka kebapçıda çalışırken eski patronu restoranını satmak isteğini anlatır ve Özer, 5 bin sterlin banka kredisi kullanarak, 5 bin sterlin de kendi birikimiyle o restoranı alır. İlk restoranı 3 masalık olur. Patronluğunun 10’uncu yılında tiyatro-opera merkezi Covent Garden’da ikinci Sofra’yı açar. Kebabı döneri kaldırıp Türk yemekleri yapmaya başlar. 3 masalık restoran 100 kişilik olur. İlk yıl bir daire, bir Rolls Royce alır.
The Times’a ‘lezzet’ dersi
The Times Gazetesi’nde dönemin başyazarı Matthew Paris’in bir yazısı çıkar. Yazıda özetle; “İmparatorluk kurmuşlar ama Türklerin bir mutfağı, yemek kültürü bile yok” denmektedir. Özer, hemen bir mektup yazar. Türk mutfağını, yemeklerini anlatır ve “Londra’nın en sevilen restoranlarından biriyiz ve bunu da Türk yemekleriyle başardık, gelin görün” der. Times’ın ilgili editörü Sofra’ya gelir, Türk yemeklerinin ne olduğunu görür. Times’de başyazar Paris’in yazdıklarını tekzip eden güzel bir yazı yayınlanır.
sozdemir@hurriyet.com.tr